II. Dünya Savaşı öncesi Dünya’da son durumlar
II. Dünya Savaşı öncesi Dünya'da son durumlar
Birinci Dünya Savaşı (Harbi Umumî) ertesi kimse yeni bir çatışma beklemiyordu. Almanya’nın silahsızlandırılması genel bir silahsızlanmaya doğru gidişe benzemekteydi ve Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu da büyük umutlar uyandırmıştı.
Üstelik cephelerden dönen savaş yorgunları, yaşadıkları dehşet yıllarından sonra barışa sahip çıkmakta kararlıydılar.
Ne var ki barış antlaşmaları bazı ülkeler için pek de tatminkâr olmamıştı. Milliyetler ilkesine her zaman uyulmamış ve antlaşmaların yeni devletler bünyesinde, önemli oranlarda azınlıklara yer verilmişti. Almanya, (Versailles Diktası, dediği) Versailles Antlaşması ile getirilen şartları protesto ediyor, Macaristan ve İtalya barış antlaşmalarının yeniden gözden geçirilmesini istiyordu. Ayrıca, Çekoslovakya, Romanya ve Yugoslavya, Fransa’nın desteklediği bir « Küçük Antant » oluşturmuş, Macaristan’a cephe alıyordu. Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun çok sayıda küçük devlete bölünmesi Merkezî Avrupa’nın dengesini bozmuştu. Ardı alınmaz uyuşmazlıklar, geçimsizlikler içinde olan bu devletler, aralarında iyi kötü birleşip de Almanya’nın devletler üstünde egemenlik kurma niyetlerine karşı duracak halde de değildi.
Bu durum, ekonomi alanındaki milliyetçiliğin, siyasî ve askerî milliyetçiliği -adeta doğrulamak istercesine- desteklediği 30’lu yıllarda daha belirgin bir hal aldı. 1929 Dünya Ekonomi Bunalı mı’ndan derinlemesine etkilenen birbirinden kopuk demokrasiler, baş gösteren ve tırmanışa geçen totaliter rejimlere karşı koyacak güçten yoksundu.
Diplomasi kurallarına uyma ve imzasına sadık kalma ilkelerine bağlılığın yeri yeni dünya politikasında, demokrasileri oldu bittiler karşısında bırakacak kaba kuvvet dönemi alıyordu. Japonya himaye bölgesini, adı da değişerek « Mançukuo » olan Mançurya’ya kadar genişletti ve Milletler Cemiyeti’nden çıktı (1933). Aynı yıl Hitler, Şansölyelik makamına geldi ve Cenevre Silahsızlanma Konferansı’ndan çekilen Almanya da Milletler Cemiyeti’nden ayrıldı. Milletler Cemiyeti’nin yaptırım tehdidine aldırmayan İtalya, 1935’te Etyopya’yı işgal etti. Savaşı « hukuk dışı » eylem sayan Briand-Kellogg Antlaşması ruhu çok eskilerde kalmıştı.
ABD ve yeni tarafsızlık anlayışı
ABD Kongresi 1935, 1936 ve1937’de kabul ettiği tarafsızlık yasalarıyla, savaşan taraflara silah satılmasını veya verilmesini yasaklamıştı. 1937 tarihli kanunun « öde ve götür » (cash and carry) kuralı, silah dışı mallarda peşin ödemeyi ve taşıma işini alıcının üstlenmesini öngörmüştü. Ama Avrupa’da başlayan savaş, sorunun yeniden ele alınması gerektiğini gösteriyordu. Kongre, 4 kasım 1939’da çıkardığı yeni tarafsızlık kanununda, cash and carry kuralını Amerikan malı silahlar için de geçerli kıldı. Bu kanun, 11 mart 1941 tarihinde ödünç verme ve kiralama kanunu kabul edilene kadar yürürlükte kalacaktı; sonuncu kanun Amerika başkanına, Mihver’e karşı savaşa girmiş devletlere silah ve mühimmatı « ödünç » olarak verme yetkisi tanımıştı.
Belirsiz bir Barış
1933’te Milletler Cemiyeti’nden ayrılan Almanya artık yeniden silahlanmak da serbestti.
Daha 1934 temmuzunda Hitler, Avusturya’da nazi azınlığın bir darbe girişimi çabasını el altından destekliyordu. Şansölye Dollfuss’un bir suikaste kurban gidişinden sonra Avusturya’yı Almanya ile birleştirme girişiminin başarısızlığına sebep, Avusturya devletinin direnişinden çok, sınır boyunca çok sayıda asker yığan İtalya’nın kararlı tutumuydu. Ne var ki, Almanya’ya karşı kurulur gibi olan bu karşı cephe, Mussolini’nin Etyopya’ya savaş açması üzerine (ekim 1935-mayıs 1936) dağıldı. Bu savaş Milletler Cemiyeti’nin iki üyesini karşı karşıya getiren bir anlaşmazlığa dönüştü, ama İtalya ile Almanya’nın birbirine yaklaşmasını sağladı. Roma Berlin « mihver »inin kurulması, Milletler Cemiyeti’nin ifadesi ve teminatı olmak istediği ortak güvenliği tehlikeye düşüren bir gelişmeydi. Almanya, halkoyuna başvurarak ocak 1935’te Saarland’ı geri almış, dış politikada hareketlenmeye başlamıştı. Versailles Antlaşması’nın şartlarına uymak niyetinde değildi; 7 mart 1936 günü Alman birlikleri, Ren bölgesini işgal etti.
Berlin’in bu kaba kuvvet kullanımına, önce karşı duracakmış gibi davranan Fransa, sonunda pes etti. Ve bu geri adım, savaşa giden yolda esaslı bir aşama oluşturdu. Müttefikleri, Fransa’ya olan güvenlerini kaybettiler. Reich ile zaten bir saldırmazlık paktı imzalamış olan (1934) Polonya, yüzünü büsbütün Almanya’ya döndü; bu arada Belçika tarafsızlık politikasını daha çok benimsedi. Çekoslovakya-Yugoslavya- Romanya anlaşması (Küçük Antant), değildi. Etiyopya olayında güvenilirliğinden çok şey kaybetmiş olan Milletler Cemiyeti, 1937’de İtalya’nın üyelikten çekilişine de karşı duramadı. Berlin-Roma mihveri Avrupa’yı ortasından ikiye bölmüş, Fransa’yı Polonya ve Çekoslovakya gibi müttefiklerinden ayırmıştı. Almanya ve Japonya’yı, daha sonra İtalya, İspanya ve Macaristan’ı bir araya getiren komünizm karşıtı pakt (Anti Komintern Paktı, 1936), demokrasilerle faşist devletler ve dikta yönetimleri arasındaki uçurumu genişletiyordu.
Savaş kaçınılmazdı
Milletler Cemiyeti’nin yetkisizliğine anlayan Hitler büyük Almanya’yı kurma idealini uygulamaya koydu.
İspanya’da iç savaşın sürdüğü yıllarda, İtalya ve Almanya bu savaşa, milliyetçi Franco kuvvetlerinin yanında fiilen yer alarak katılıyordu. Bu arada « hayat alanı » peşinde olan Hitler de, vaktiyle kaybettiği toprakları Almanya’ya yeniden kazandırmakla meşguldü. İtalya onunla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri izolasyonist siyasetinde bir değişiklik yapmıyor, demokrasiler ise özellikle İngiltere ve Fransa bölünmüşlük ve kararsızlıktan kurtulamıyodu. Oysa Avusturya ile Çekoslovakya’nın bağımsızlığı ciddî tehdit altındaydı.
1938 şubat ayında Hitler, Avusturya şansölyesi Schusshigg, nasyonal sosyalist Seyss-İnquart’ı içişleri bakanı olarak kabinesine almaya zorladı.
Bu son ültimatomu da alan Schuschnigg istifa etti ve Seyss-İnquart başbakanlık koltuğuna oturdu. Düzeni sağlama gerekçesiyle, yeni içişleri bakanı, Alman kuvvetlerinden yardım istedi: 13 mart günü Avusturya, Almanya ile birleştirilmişti (Anschluss). Avrupa, olayı protesto ederek görevini (?) yaptı. Hitler’in şimdi hedefi Çekoslovakya idi. Bu amaçla ise, üzerinde üç milyon Almanca konuşan insanın yaşadığı Südetler bölgesinin Almanya’ya geri verilmesini istemekle başladı (21 eylül 1938). Bu sanayi bölgesi Çekoslovakya için hayati önemdeydi. Prag kısmi seferberlik ilan etti. Savaşın eli kulağındaydı.
İngiltere, sorunun diplomatik yoldan çözümlenmesini teklif etti: 29 eylül günü Hitler, Mussolini, Daladier (Fransa başbakanı) ve Chamberlain (İngiltere başbakanı) Münih’te bir araya geldiler; Çekoslovakya ve SSCB görüşmelere katılmadı. Barışı kurtardıkları hayalini gören Fransa ile İngiltere, Almanya’nın toprak taleplerini kabul etti. Kendi kamuoylarınca da desteklenen Chamberlain ve Daladier yatıştırma siyasetleriyle bir çatışma tehlikesini önlediklerine inandılar. 15 mart 1939’da Hitler, Çekoslovakya’yı işgal etti. Chamberlain için de, Fransa için de bu, hayallerinin sonuydu. Hitler’i ancak bir savaş durdurabilirdi.
Uçurumun kenarındaki Avrupa
Başarılarından cesaret alan Hitler Avusturya ve Çekoslavakya da Ama şans getiren kartları Polonya’da da oynamayı düşündü.
Polonya, Çekoslovakya devletinin parçalanmasında küçümsenmeyecek bir rol oynamış ve daha 1938 ekiminde Cieszyn bölgesini işgal etmiş, sıra Polonya’ya gelmişti. Hitler, Doğu Prusya’yı Almanya’dan ayıran koridor sorununu ve serbest şehir durumuna getirilmiş olan Dantzig’in (bugün Gdansk) statüsünü ele almak niyetindeydi. İngiltere erken davranarak (31 martta) Polonya ile bir ittifak anlaşması hazırlamış, Paris ise bu ülke ile arasındaki 1921 anlaşmasını doğrulamıştı.
Nisan ayında Wehrmacht, Polonya’ya saldırmaya hazırdı. Aynı zamanda Hitler, İtalya ile olan bağları sıkılamaya da önem verdi; 22 mayıs’ta, İtalya ve Alman dışişleri bakanları Ciano ile Ribbentrop, bir saldırı antlaşması olan Çelik Paktı imzaladılar. Ama İngiltere ile Fransa bu kez ülkelerinde sağ kesimden ve bağımsız sosyalistlerden ‘Dantzig için ölmek’ istemediğini söyleyenlerin de çıkmış olmasına rağmen, bir saldırıya uğraması durumunda Polonya’ya karşı yükümlülüklerini yerine getirme kararındaydı. Fransa ile arasında Almanya toprakları bulunan Polonya’nın savunulabilmesi için SSCB nin yardımı da gerekliydi; bu çatışma patlak verince Moskova’nın ne yapacağı belli değildi.
Nisan-Ağustos arası İngiliz-Fransız-Sovyet görüşmeleri çetin geçti. Moskova’nın takınabileceği tayin konusunda Londra ile Paris arasında da görüş birliği yoktu. Baltık ülkelerinin çıkarları konusundaki farklılıkların da aşılması yoluyla siyasî bir anlaşmanın geliştirilebileceği umuluyordu. 23 ağustos’ta Alman Sovyet saldırmazlık paktının imzalanması, müttefikler cephesinde şaşkınlık yarattı; pakta bağlı gizli bir protokol, Polonya’nın bu iki ülke arasında bölüşülmesini öngörmekteydi. Artık savaş önlenemezdi. Wehrmacht 1 Eylül günü Polonya’ya girerek, İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmış oldu. İki gün sonra İngiltere ile Fransa da, Almanya’ya karşı savaş ilan edecektir.
Dünya Savaşı dünyanın doğusunda başladı.
Aralık 1941’de Japonların Pearl Harbor’a saldırması Asya’daki çatışmanın da Dünya Savaşı içinde yer alması ile sonuçlanacaktı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupalı ülkelerin Asya pazarındaki yerini alan Japonya, 1929 ekonomik bunalımından onlar gibi etkilenmişti. 1931’den itibaren askerler, ülkede siyasî hayata daha çok katılır oldular. Ordunun müdahaleci tutumu yanında, ırkçılık (Asya’nın birliği) ilkesiyle şiddetli bir komünizm karşıtlığı da gelişti. Savaş yoluyla genişleme politikası (Tokyo’nun aradığı hammadde ve ihracat pazarıdır) Japonya’nın önünde yeni ufuklar (Güneydoğu Asya bölgesi) açıyordu.
Mançurya’yı 1931’de işgal eden ve milletlerarası fazla bir tepki de görmeyen Japonya cesaretlenmişti; Çin’in kuzeydoğu kesimini parça parça ele geçirmeye başladı ve lehine koşullardan yararlanarak Pekin yakınlarına kadar ilerledi (1935). Almanya ile birlikte, 1936’da Komintern karşıtı pakta imza koyan Japonya, Çin’deki milliyetçi cephenin lideri Çankayşek ile anlaşma umudundaydı; nitekim Mao Zedong’un komünistleriyle başı dertte olan Çankayşek, Japon yayılma hareketine pek de karşı çıkmamıştı. Ne var ki, Japon genelkurmayının ümidi boşa çıkacak ve bu tutumu yüzünden kendi adamlarınca da eleştirilen Çankayşek tutumunu değiştirecekti. 7 temmuz 1937 günü, Pekin yakınında bir Çin devriye birliğiyle manevra yapan Japon askerleri arasında patlak veren bir çatışma, kısa sürede yaygın çarpışmalara dönüştü. Ve Japonya, savaş ilanına da gerek görmeden Çin’i işgale başladı. Pekin olayı ertesi başlayan milliyetçi-komünist yakınlaşması, Moskova’nın desteğinden de güç alarak gelişti. Dış tehlike karşısında Çin, birliğine yeniden kavuşmuştu.
Makale ne kadar kullanışlı?
Değerlendirmek için bir yıldıza tıklayın!
Ortalama 0 / 5. Oy sayısı: 0
Şimdiye kadar oy yok! Bu gönderiyi ilk değerlendiren siz olun.